Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Hizb-ut Tahrir hakkında dikkat çekici bir karar verdi.
Yargıtay’ın daha önce Hizb-ut Tahrir hakkında vermiş olduğu kararın eleştirildiği ve Anayasa Mahkemesi tarafından bazı Hizb-ut Tahrir üyeleri hakkında verilen hak ihlali ve yeniden yargılama kararlarına atıf yapılan mahkeme kararında, Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti oy birliğiyle sanık Mücahit Bozkır’ın beraatına karar verdi.
Cumhuriyet Savcısı da mütalaasında; “Sanık Mücahit Bozkır hakkında Hizb-ut Tahrir isimli 'terör örgütü' bünyesinde sohbetlerine katılması, sohbetlere katılacak kişileri yönlendirdiği iddiası ile kamu davası açıldığı, sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarı ile eyleminin sabit olduğu kabul edilecek olsa dahi öncelikle sanığın üye olduğu topluluğun silahlı 'terör örgütü' olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.” diyerek bu irdelemenin nasıl yapılacağını da mütalaasında açıkça göstermiştir.
Savcı mütalaasında; bir yapının “terör örgütü” sayılabilmesi için gerekli olan unsurları zikretmiş ve Hizb-ut Tahrir için böylesi bir durumun söz konusu olmadığını ifade ederek şöyle demiştir:
“Hizb-ut Tahrir’in kuruluşundan bu güne kadar ülkemizde veya başka bir ülkede cebir-şiddet içeren herhangi bir eylemi tespit edilememiştir. Bu durum bilgi notunda da ifade edilmiştir. Yine örgütün kuruluş tüzüğünde ve sözcülerinin açıklamalarında şiddeti mücadele yöntemi olarak öngörmedikleri dile getirilmiştir. Örgütün uzak hedefi olan Raşid-i Hilafet Devleti kurulduktan sonra kafir devletlere Halife tarafından Cihad ilan edileceğine dair hedefi hem gerçekleşme ihtimali çok zayıf hem de uluslararası hukukun konusu olan ancak terör eylemi sayılamayacak hayalci bir hedeftir. Örgütün, sadece bu uzak ve hayalci hedefi dikkate alınarak 'terör örgütü' olarak kabulü Uluslararası ve ulusal mevzuata uygun düşmemektedir. Bu örgütün varlığı ve düşünce sistemi, düşünce özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Öngördüğü hedefi gerçekleştirmek için cebir ve şiddet eylemlerine başvurduğunda veya silahlı mücadeleye başlayacağını kamu oyuna veya üyelerine duyurduğu taktirde terör örgütüne dönüşebilir. Böyle bir durumda ancak yönetici ve üyeleri TCK 314. maddesi uyarınca cezalandırılabilir.”
Savcı, mütalaasının “Sonuç ve Değerlendirme” bölümünde Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Hizb-ut Tahrir hakkında verdiği kararın tutarsızlığına da işaret ederek şu tespitleri yapmıştır: “Kanun koyucunun 5237 sayılı yasanın 220. ve 314 maddelerinde suç örgütü ve silahlı terör örgütünü düzenlemek ve 5532 sayılı yasa ile 3713 sayılı yasanın 1.ve 7. maddelerindeki değişiklik ile mevzuatı sadeleştirdiği, 5532 sayılı yasa ile 3713 sayılı yasa maddesini sadece atıf maddesine dönüştürmüş olmasına rağmen Yargıtay 9.Ceza Dairesi ve Dairemizin bu değişikliğin amacına ve gerekçesine aykırı yorumla silahlı ve silahsız terör örgütlerinin varlığını 7. maddeye dayandırarak kabulü Anayasanın 38. maddesinde tanımlanan ‘suç ve cezaların kanuniliği’ ilkesine aykırı düşmektedir.
"Hizb-ut Tahrir, elde edilen kanıtlara göre Anayasal düzeni değiştirmeyi hedefleyen ve bunu açıkça tüzüğüne yazmak suretiyle deklare eden bir örgüt olduğu açıktır. Ancak bu örgütün, kurulduğu tarih olan 1953 tarihinden bugüne dek kuruluş amacı doğrultusunda ülkemizde veya faaliyette bulunduğu başka bir ülkede silahlı herhangi bir eyleminin bulunmadığı gibi Anayasal düzeni cebir ve şiddet kullanmak suretiyle değiştirmeye yarayacak silahlarının olduğu da tespit edilmemiştir. Dahası bu örgütün, tüzüğünde ve sözcülerinin açıklamaları ile açıkça cebir ve şiddeti dışlamış olması nedeniyle TCY’nin 220, 309, 314, 315, 316 maddeleri anlamında bir örgüt değildir.”
“Hizb-ut Tahrir, yeryüzünde İslam’ın bütün kurum ve kurallarıyla egemen olması için Hilâfet Devleti’ni (Râşidî Hilâfet Devleti) kurma amacı taşıyan ve bu nedenlerle İslamcı ve değişimci (uç, radikal) bir örgüttür. Bu amaç çerçevesinde örgüt, faşizmi, komünizmi, kapitalizmi, sosyalizmi, halk egemenliğine ve laiklik ilkesine yaslanan cumhuriyet ve demokrasiyi de ‘küfür ideolojileri’ olarak görmektedir. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız halkındır’ ilkesinin yerini ‘hüküm sadece Allah’ındır’ anlayışına bırakması gerektiğine inanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası laiklik ilkesini benimsediği ve bu düzeni benimseyen devletlerle ilişki kurduğu, Avrupa Birliğine girmeyi amaçladığı için Türkiye Cumhuriyeti devletini İslam kamu hukukuna göre zorunlu olarak ‘dar-üI küfür’ alanında görmekte; meşru kabul etmemektedir. Bu nedenle örgütün radikal dinci ideolojiye sahip bir örgüt olduğunda kuşku bulunmamaktadır. İdeolojisi ile uzak amaç ve hedefleri toplumu ve devletin anayasal kurumları açısından rahatsız edici, şoke edici ve sarsıcı olması da doğaldır. Ancak, suç ve cezaların yasallığı gereği, bu örgütün silah unsurunun bulunmaması ve hedeflediği Anayasal düzeni değiştirme suçu da ancak cebir ve şiddet ile işlenebilecek suçlardan olması nedeniyle terör örgütü kabul edilmesi hukuka uygun değildir. Bu nedenle ceza yargılaması konusu edilmemelidir.”
“Örgüt, hilafet devletini zor kullanmadan kurmayı hedeflemektedir. Asla cebir ve şiddete başvurmadan bu hedefini tebliğ ve irşad yoluyla gerçekleştireceğini kuruluş tüzüğünde yazmış ve sözcülerinin çeşitli açıklamaları ile deklare etmektedir.”
“Anayasal düzeni cebir ve şiddet kullanmadan değiştirmeyi hedeflediği ve şiddeti dışladığı için terör örgütünün “araç-gereç” açısından elverişlilik kriteri oluşmamaktadır. Bu nedenle emniyet bilgi notlarında da klasik terör örgütüne uymadığı belirtilmektedir.”
Savcı mütalaasının sonunda sanık hakkında beraat talep etmiş ve şöyle demiştir:
“Hizb-ut tahrir örgütü, Anayasal düzeni değiştirme veya ortadan kaldırmayı hedeflemesi nedeniyle yasalarımız tarafından himaye görmesi mümkün olmayan bir örgüt olmakla birlikte, cebir ve şiddeti öngörüp başvurmadığı için de terör örgütü sayılması Anayasa ve ceza kanunumuza uygun düşmemektedir. Yukarıda zikrettiğimiz tüm bu nedenlerle; Hizb-ut tahrir örgütünün terör örgütü olduğunun kabulü suç ve cezaların kanuniliği ilkesi gereği mümkün olmadığından, sanığın silahlı terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılmasına ilişkin kamu davasından CMK’nın 223(2)a maddesi gereğince BERAATINA karar verilmesi mütalaa olunmuştur.”
İddia makamının mütalaasının ardından Gerekçeli Karar’ın “Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe” bölümünde “Mahkememizin Kabulü” başlığı altında; Hizb-ut Tahrir’in “terör örgütü” kabul edilemeyeceğinin gerekçeleri AİHM kararları, Yargıtay 16. Ceza Dairesi üyesi M. Kurtaran’ın ilgili karardaki muhalefet şerhi ve Anayasa Mahkemesi’nce başta Yılmaz Çelik başta olmak üzere diğer Hizb-ut Tahrir üyeleri hakkında verdiği hak ihlali kararlarından yapılan iktibaslarla gerekçelendirilmiş ve tüm bu değerlendirmeler aşağıdaki şekilde özetlenmiştir:
“3713 sayılı Kanun’da 2006 yılında yapılan değişiklikle; 3713 sayılı Kanun’un 1. maddesinin örgüt kavramını düzenleyen ikinci ve üçüncü fıkralarının ilga edilmesi ve maddenin başlığının ‘Terör ve örgüt tanımı’ iken ‘Terör tanımı’ olarak değiştirilmesiyle örgüt tanımının 3713 sayılı Kanun’dan çıkarıldığı,
3713 sayılı Kanun’un 7. maddesinin 5237 sayılı Kanun’un 314. maddesindeki silahlı örgüt suçuna atıfta bulunacak şekilde değiştirildiği,
Yapılan bu atfın sadece cezaya değil unsurlara da yapılan bir atıf olduğu,
3713 sayılı Kanun’un 7. maddesindeki değişiklikten sonra silahsız terör örgütü diye bir düzenlemenin mevzuatımızda açıkça düzenlenmediği,
Türk Ceza Kanunu’nun 314’ncü maddesinin de "SİLAHLI ÖRGÜT" suçunu öngördüğü,
Hizb-ut Tahrir Örgütü’nün, uzak amaçları itibariyle Anayasal düzenimizi değiştirme veya ortadan kaldırmayı hedeflemesi nedeniyle yasalarımız tarafından himaye görmesi mümkün olmayan bir örgüt olduğundan kuşku bulunmamakla birlikte bu örgütün uzak amaçlarını gerçekleştirmede ‘cebir ve şiddeti’ öngörüp bu yola başvurmadığını açıklaması ve bunun aksinin de dosya kapsamında her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillerle ortaya konulamamış olması karşısında terör örgütleri için aranılan ‘araç-gereç’ açısından elverişlilik kriterinin bu örgüt açısında ‘Silahlı Terör Örgütü’ olarak kabulünde yeterli olmadığı,
3713 sayılı yasanın 1. maddesindeki terör tanımında yer alan “cebir ve şiddet” unsurlarının gerçekleştirilmesi hayatın olağan akışı içerisinde ve eşyanın tabiatı gereği, örgütün silahlı olmasıyla mümkün olacağı,
Bu nedenle silahsız terör örgütünün varlığını kabul etmenin kanun koyucunun iradesine ve meri yasalarımız kapsamında suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırı sonuçlara yol açılacağı değerlendirilmiştir.”
Böylece Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti ve iddia makamı, Hizb-ut Tahrir hakkında şablon cümleler üzerinden iftira, kuruntu ve vehimlere dayalı olarak daha önce gerek Yargıtay’ca ve gerekse de sair yerel mahkemelerce verilmiş yargı kararlarına karşı adeta bir hukuk dersi vermiştir.
İlgilenenler için karar metninin ilgili bölümleri aşağıdadır: