"Hizb-ut Tahrir dün silah kullanmadığı gibi bugün de kullanmaz ve yarın da kullanmayacaktır. Zira o, İslâmi siyasi bir partidir ve İslâm toplumunu oluşturmaya çalışmaktadır. Toplumların değişimi silahla olmaz."
"Hizb-ut Tahrir dün silah kullanmadığı gibi bugün de kullanmaz ve yarın da kullanmayacaktır. Zira o, İslâmi siyasi bir partidir ve İslâm toplumunu oluşturmaya çalışmaktadır. Toplumların değişimi silahla olmaz."
Bizler bu yargılama biçiminin baştan beri hukuki değil, siyasi olduğunu hep söylüyoruz. Aslında AYM kararına bile ihtiyaç olmadan, sadece 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası (TMK) göz önünde bulundurulsa, bu yasada sayılan cebir, şiddet vb. yöntemlerin, Emniyet bilgi notlarında da yer aldığı gibi, hiçbir şekilde faaliyetlerimizde yer almadığı aşikardı.
Anayasa Mahkemesinin bu kararından sonra, Yargıtay tarafından cezaları onanmış olan Hizb-ut Tahrir mensuplarının dosyalarının hemen kapanması, şu anda cezaevinde bulunan Hizb-ut Tahrir mensuplarına da bu kararın emsal teşkil ettirilmesi suretiyle bu kardeşlerimizin hemen serbest bırakılmaları gerekirken; bırakın cezaevindekilerin çıkarılmasını, yeni kardeşlerimiz bu karara rağmen maalesef tutuklanıp cezaevine gönderildiler. Hatta şu an cezaevinde yatan kardeşlerimizden bazıları bu kararı emsal göstererek tahliye edilmeleri için yerel mahkemelere başvurmuş fakat mahkemelerden ret cevabı almışlardır.
Yahu, olur da iş oraya varırsa, orasına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi filan bakar; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve diğer ilgili makamların, mutasavver hilafet devletine yakıştırdıkları muhayyel bir uluslararası hukuk meselesini dert ederek, şiddetin ş’sine dahî bulaşmayan Hizb-ut Tahrir’e terörist yaftası yapıştırması, dünyanın hilafete muhtaç olduğu fikrini örgütlü bir şekilde savunuyorlar diye insanlara terörist muamelesi yapması olacak şey mi?
Sadece Türkiye’de değil faaliyet yürüttüğü hiçbir ülkede silahlı bir eyleme, gizli bir örgütlenme mantığına tevessül etmez. Üstelik silah, şiddet ve gizlilikten uzak durma konusunda Hizb-ut Tahrir’in tavrı konjonktürel değil tamamen ilkeseldir.
Buyurun, buradan yakın! ‘Tamam, şiddeti reddediyorlar; ama aslında şiddete yönelmeleri gerekir’ diyen ve bu kafayla mahkûmiyet kararları veren mahkemeler…
Cebir ve şiddet yöntemini çalışma metodu olarak asla kabul etmemesine, bugüne kadar maddi hiç bir eylemi olmamasına, aksine fikrî ve siyasi bir çalışma yapmasına rağmen, Hilâfet düşüncesini topluma davet olarak taşıdığı için Hizb-ut Tahrir ile çalışan Müslümanlar dünden bugüne hep ağır hukuksuzluklar ile karşı karşıya kaldılar.
Hal böyle iken bizim yüksek yargı kurumumuz, kanunlara, içtihatlara ve evrensel hukuk ilkelerine göre değil, (Azınlık Raporu filminin senaristinin kulaklarını çınlatalım) önlerindeki küreye bakarak mucizevi kehanet yeteneklerine göre karar verdikleri için Hizb’ut Tahrir’in terör örgütü olduğuna karar verebiliyor.
Nihayet, AYM çıkıyor ve ilk derece mahkemelerine ve Yargıtay’a şunu diyor: Hele bi’ anlatın, Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olduğuna nasıl karar verdiniz? Çünkü tek bir şiddet eylemleri tespit edilmiş değil. Şiddete teşvik eden kışkırtıcı söylem söz konusu değil. Bu nasıl terör örgütü belli değil.
Yani diyor ki, şimdiye kadar hiç şiddet kullanmadılar ama ilerde bir gün kullanabilirler. Bir tarafta bizim bilgisayarcı Bülent, ‘gelecekte bir gün şiddet kullanabilir belki’ diye 7.5 yıla mahkum edilip cezaevine gönderiliyor. Diğer tarafta da ülke, MHP’nin af önerisini konuşuyor. Cezaevlerindeki gayri insani koşullar, sıkışıklık gerekçe gösterilerek…
Bülent Kurşun, Mustafa Patan, Yılmaz Çelik, Murat Savaş ve onlarca Hizb-ut Tahrir üyesi genç bir gün mutlaka özgürlüğüne kavuşacak. Onlar, başlarına gelen bu musibetin Allah Subhanehu Ve Teâlâ’nın bir imtihanı olduğunun farkındalar. Tabii zalimler için de bu bir imtihan. Öyle bir imtihan ki bugün kendilerine ceza veren hâkimlerle aynı cezaevlerinde kalıyorlar. Bu yiğit gençler, tutuklanırken nasıl ki başlarını önlerine eğmedilerse, çıktıklarında da öylece başları dik bir şekilde çıkacaklar.
Peki hilafet propagandası yasak mı? Değil. İfade hürriyetine girmiyor mu bu? Giriyor. Öyleyse bu adamların zindanda ne işi var kardeşim? (…)
Ya kapitalizmin hayata hâkim olma metodu olan demokrasi yolumu kesecekti ya da bugün beni suçladığınız Marksist Leninist’lerin kullandığı cebir ve şiddet beni savuracaktı. Allah’a hamd olsun, Hizb-ut Tahrir imdadıma yetişti. Beni her iki haram metottan korudu. Bana Nübüvvet metodunu öğretti.
Bu kararlar ile Müslümanlara bir kez daha ‘düşman ceza hukuku’ uygulanmıştır. Bu kararlar, darbe dönemlerinde verilen cezaların bile üzerinde ağır cezalardır. Bu kararlar, Cumhuriyet tarihinin kara bir lekesi olan İstiklal Mahkemeleri’nin devamı niteliğinde olan kararlardır. Bu kararlar, Müslümanlara karşı hukukun uygulanmadığının, düşman ceza hukukunun uygulandığının somut göstergesidir. Hiçbir insaf, vicdan sahibi kişi bu kararların hukukla, adaletle, yasa ile ilgili olduğunu iddia edemez…
Bu kimseler kendilerini de ailelerini de toplumdan soyutlayan kimselerden değildir. Kimliklerini, fikirlerini gizlemezler, takiyye yapmazlar, yer altında yaşamazlar. Ne suyun üzerinde yürürler, nede suyun üzerinde yürütürler.
İnsanın canını acıtan ve öfkelendiren günlerden geçiyoruz. 15 Temmuz’da vatanı işgal teşebbüsüne yeltenip halkı katledenlerin değil de işgalciye direnen Müslüman Anadolu halkının yargılanması konuşuluyor.
Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Müdürlüğü, mahkemelere öteden beri sunduğu raporlarda ‘Bu örgütün şiddetle alâkası yok’ deyip duruyor ama Hizb-ut Tahrir üyeliği yine de suç sayılıyor. Niçin ama, niçin? Bir ara “silahsız terör örgütü” tanımı vardı kanunda; o tanıma da uymuyor bu örgüt. FETÖ gibi, devlete adam sokmak için sınav sorularını mı çalmış? Paralel devletçiliğe mi tevessül etmiş? Hükümeti devirmek için sinsice tezgâhlar mı kurmuş?
Grubun, yayınlarında faaliyetlerinde ve 60 yıllık geçmişinde cebir ve şiddete başvurmadıklarını ve asla başvurmayacaklarını beyan etmesi işe yaramıyor. Sadece yürürlükteki kanunlar değil bu davalar kapsamında Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Dr. Ümit Kardaş ve Doç. Dr. Türkan Sançar’dan alınan ve yargılamaların usulsüz olduğunu belgeleyen bilimsel raporlar da ezilip geçiliyor.
Kendilerine göre eğitim modelleri, enerji politikaları ve dış politika stratejileri var. Modellerini, düşüncelerini hiçbir zora koşmadan insanlara anlatmak ve onları ikna etmek istiyorlar.
Aralarında Avrupa ülkeleri ve ABD'nin olduğu 40'a yakın ülkede örgütlü olan partinin 1953'ten beri kayıtlara geşmiş hiçbir şiddet eylemi yok. Hatta herkesin silahlandığı Suriye'de bile parti hâlâ bu sivil çizgisini koruyor.
Dedik ya! Delinin biri kuyuya taş atmış. 11. Ağır Ceza Mahkemesi niyet okuyarak ve herhalde Azınlık Raporu filminden ciddi anlamda etkilenerek kararlar alıyor.
Yargıtay 9. Dairesi 2008"de Hizb-ut Tahrir sanıklarının gözlerinin içine bakıp "bunların niyeti niyet değil" diyerek o kararı almış. Şimdi mahkemeler görüş sorduğunda emniyet "bizce terör örgütü değil, lakin Yargıtay 9. Ceza Dairesi"nin ekteki kararına göre..." diyerek veriyor raporu.
Özbekistan’da İngiliz elçisi Craig Murroy, “namaz kılmayı bırakmayı” ve “İslam’dan dönmeyi reddeden” 2 Tahrir üyesinin “kaynayan suya batırılarak” öldürüldüğünü naaşlarını fotoğraflarını Glaskow Üniversitesi’ne göstererek belgelemiş.
Ve devreye Yargıtay giriyor. Adana 2 Nolu DGM’nin yukarıda zikrettiğimiz beraat kararının temyiz edilmesi üzerine önüne gelen dosyaya ilişkin olarak Yargıtay 9. Ceza Dairesi 19.04.2004 tarihinde Hizbut Tahrir örgütünün TMK’nın 1. Maddesinde tarif edilen terör örgütü tanımına uyduğunu söyleyerek beraat kararını bozup, dosyayı geri gönderiyor. Yargıtay 9. Ceza Dairesi üyeleri iddialarını kanıtlayacak ya da destekleyecek herhangi bir çaba içerisine girmiyorlar. Böyledir deyip geçiyorlar. İzaha gerektirmeyen bir durum söz konusu demek ki!